7 Aralık 2016 Çarşamba

Santorini Mimarisi

SANTORİNİ


  Santorini Kiklad adalarının güneyindeki üç adadan oluşan volkanik havzanın bir parçasıdır (diğerleri için: Thera, Therassia and Aspronnisi). Bu adalar gösterişli bir kaldera oluştururlar. Kaldera volkanik patlama sonucu toprağın çökmesiyle oluşmuş yer şeklidir. Üst tabakada ponza taşı ve "theraic earth" olarak adlandırılan beyaz bir kül bulunur ki bu aslında çok iyi bir çimento kalitesindedir.
  1956 senedinde adada şiddetli depremler meydana gelmiştir, deprem sebebiyle binaların yarısı neredeyse tamamiyle yıkıldı ve tamiri uzun süren hasarlara sebep oldu. Bu da adanın mimari geçmişinde uzun süreli kesintilere neden olmuştur.

     VM8A0358mc-1-1030x754.jpg
   
 Zamanla hasarlar düzeldikçe Santorini’de kendisine has mimarisini yeniden inşa etmeye başladı.  

SANTORİNİ MİMARİSİNDE DÖRT ELEMENT


 Santorini’nin yöresel mimarisi adanın sert doğal yapısına güzel bir şekilde adapte olmayı başarmış gayet iyi bir örnektir.
  Orta Çağ’daki simyacılardan Antik Yunan filozoflarına kadarki uzun bir çizgide bilim adamlarına göre doğanın özü çeşitli konfigürasyonlarda ve etkileşim içindeki dört temel unsurdan oluşmaktadır.

Ateş → güneş ve volkanlar
Toprak → çoğu materyal ve toprak
Hava → rüzgar, oksijen
Su → deniz, yağmur vs. gibi.

  Bu anlayış onların doğa ile mimarlığa bakmak için kullandıkları sistematik bir araç olarak da kullanılmıştır. Doğal güçlerin mimari üzerindeki etkisini gösterebilmek adına Santorini’nin yerel mimarisi mükemmel örneklerden biridir. Yapılı çevre ve dört elementin arasındaki bağlantıyı ortaya çeşitli ölçeklerde ve pek çok değişik özellikle sunar.
  Binaların detaylarından tüm mahalledeki yapılara, insan elinden çıkma yapılardan doğal oluşumlara kadar Santorini tamamen dört elementin prizması (four elements prism) olarak görülür. Bu sadece doğadan gelen bir özellik değil ayrıca doğaya uyumlu ve saygılı geleneksek mimariyle de alakalı bir durumdur.
  Ulaşım olanaklarının kısıtlı olması, adalarda yeteri kadar malzeme bulunmaması, modern tekniklerin henüz bilinmemesi de adaları böyle bir yola itmiş olabilir.
  Birçok bilim insanına göre Platon, Santorini’nin ani bir doğal afet sonucu kaybolan Atlantis olduğuna inanmıştır. Son kazılarda kalın volkanik kül katmanları altında iyi korunmuş yaklaşık otuz beş asırlık büyük bir yerleşim yeri ortaya çıkmıştır.
  Santorini manzarası hâlâ büyük patlamanın izlerini taşır. Açık renkli kül ve ponza ile kaplı yüksekliği 300 metreye kadar ulaşan kırmızı ve siyah renkli sarp kayalıklar vardır. Diğer taraflara baktığımızda ise daha düz tepeler ve uzun sahiller yer alır.

12193282_1721544598076614_7626161160189426446_n.jpg

SANTORİNİ MİMARİSİ

  Santorini’nin eski yerleşim yerleri, çoğu küçük Ege adasında olduğu gibi kıyıdan uzaktadır. Korsan saldırısı korkusu, yerli halkı denizden uzak gizli vadilere veya daha iyi savunma sağlayan dik kayalıklara yerleşmeye zorlamıştır. Ancak günümüzde bu adalarda gezerken zamanla büyümelerin olduğunu ve korsanlık gibi tehditlerin artık günümüzde olmamasından dolayı yerleşim yerlerinin sahillere doğru genişlediğini görüyoruz.
  Santorini’nin kuzeybatı ucunda ağırlıklı olarak denizcilerin olduğu bir köy olan Oia vardır. Bu köy hiyerarşik düzenle yaşayan bir toplumun mimariyi nasıl etkilediği göstermek için iyi bir örnektir. Gemilerde çalışan mürettebatların konutları sarp kayalıklar üzerinde yığılmış, sıkışmış bir düzen içerisindeydi. Buna karşılık zengin kaptanların konakları düz, üst katmanlarda rahat bir alana yayılmış vaziyetteydi. Bu bilgiden yola çıkarak toplumdaki sınıf farklılıklarının da mimari biçimin oluşmasında nasıl etkili olduğunu görebiliyoruz.  
BAŞLICA YAPI ÖZELLİKLERİ
  Santorini binaları, Kiklad adalarının geri kalanındaki örnekleri tekrarlar. Katı hacimler, küçük açıklıklar içeren kalın duvarlar, badanayla kaplanmış dış cepheler, sürekli tekrarlamayla bir kompozisyon oluşturur. Bütün bu unsurlar, yerel olarak mevcut olan kaynakları kullanarak iklim koşullarına uzun süre dayanabilen, gelişen organik kentler ve yapı biçimlerini türetmiştir. Aynı zamanda bu süreç toplumsal gelişimi de etkileyip geliştirmiştir.
  Belli bir ölçüye sahip olduğu bariz şekilde ortadadır. Bu düzen gemilerde bulunan düzene benzemektedir. Alçak kapılar, dar ve dik merdivenler, ufak iç dış alanlar. Adaya hakim tasarım kurallarını malzeme, ihtiyaç duyulan mekanlarda minimalizm gibi faktörler yönettiği için bunlar seçim yerine zorunluluk gerektiren tercihlerdir.   

               

  Kiklad adalarındaki araştırmayı yürütürken fark edilen bariz bir nokta vardır; yeni deneyler ya da saptanmış üsluptan sapmalar yapabilmek için çok fazla yer yoktur. Ancak öğrendiğimize göre 19.yy’ın sonlarına doğru zengin kaptanların Avrupa’da gelişen yeni mimari üslupları takip ettiklerini gösterebilme kaygısıyla, neo-klasik unsurları kullanmaları, ada mimarisinde neo-klasik detayları görmemizi de sağlamaktadır.
  Adalardaki ana yapı malzemesi olarak kırmızı ve siyah lav taşları gözümüze çarpar. Harçla veya harç olmadan kullanılır. Derzleri rüzgar ve yağmurdan oluşan çürümelerden korumak için sıva ile kaplanır. Ayrıca bu sıva oluşan çatlakların rahatça tespit edilip tamir edilebilmesi için bir fırsat sunar.
  Denizle çevrili olmasına rağmen Santorini bitki örtüsü bakımından oldukça fakirdir. Sonuç olarak kereste, uzak yerlerden gelen pahalı bir lükstür. Bu yüzden kullanıcılar ahşabı çatı, lento, duvar bağlantısı gibi yapı elemanlarında kullanmak yerine mobilyalarda ve kapı pencerelerde kullanmayı tercih etmişlerdir.
            15209220_10154163592391608_1892275961_n.jpg

  Volkanlar ahşabın eksikliğini çok büyük ölçülerde telafi etmiştir. Çimentoya çok benzer özelliklere sahip volkanik bir kül çeşidi (Theran Soil) çok güçlü, kolay erişebilir ve ucuz olması sebebiyle harç yapmak için eski zamanlardan beri sıkça kullanılmaktadır. Kereste kıtlığı ve Theran toprağı göz önüne alındığında, yerli halkın taşın gücüne dayanan bir mimari geliştirmesi şaşırtıcı değildir. Geniş veya küçük alanlara yayılmanın en yaygın yolu, tonozun yatay güçlerine dayanabilen çok daha kalın yan duvarlar arasındaki boşluğun köprüyle geçildiği oldukça ince kubbeli çatılar oluşturuyordu. Bu tip inşaat çok kolaydır ve küçük ölçeklerde dahi uygulanmıştır. Günümüzde bu kullanım marka haline gelmiş, bir sürü beton kopyası bulunmaktadır. İşin ilginç tarafı bu kopyalar orijinalinden daha pahalıya mâl oluyor.
  İnce tonozlar yaz aylarında yüksek rakımdan gelen güneş ışınlarından veya kışın açık gökyüzündeki parlamalardan çok az koruma sağlar. Bunlar genellikle yanardağın bir başka ürünü olan sünger taşı ile kaplanırlar, daha sonra kavisli tepeleri düz çatılara dönüştürülür. Bu dönüşüm yağmur suyu toplanmasının simetrik kemerlerden daha kolay olmasını sağlamıştır.      
  Araştırma sırasında ilginç bir bilgiye daha rastlamaktayız. Eskiden zenginlik göstermek için yukarıda bahsedilen yönteme sıkça başvurulduğunu görüyoruz. Tonos, ahşap yassı çatılardan çok daha yaygın ve daha az klas bir yapı olarak kabul edildiğinden, zengin kesim bu yöntemi zenginliklerini tescillemek için de tercih etmişlerdir. Daha az prestijli örneklerde ise tonozlar serbest duran dikdörtgen parmaklıkların ve hatta neo-klasik bir hava katan üçgen çatıların arkasına konmuştur.
  Santorini binalarının bir önemli özelliği de depremlere karşı dirençli oluşlarıdır. Bu depreme dayalı yapılar binanın genel geometrisini ve aynı zamanda yan duvarlar, ince tonozlar, payandalar, kirişler, dar açıklıklar ve sert köşeler gibi planda ve dikey kesitte birçok ayrıntıyı şekillendirmiştir.
            as.PNG
  Taş zeminin mukavemeti, malzeme tasarrufu gerekliliği ile birleşince yerli halk tonozlu mağaralara yönlendi. Cepheleri, bir sonraki evin verandasını destekleyen masif taş duvarlar tarafından çevrelenir. Derin mağaralar tipik olarak 2-3 odaya cepheye benzer bölmelerle bölünür. Ön oda, bir yatak odası ve arkadaki bir saklama odası günlük kullanımlar içindir. Bunlar depremlere dayanıklı en iyi yapılardır. Dik zemin nedeniyle dik bir şehir düzeni geliştirildi. Bir evin üstü sıklıkla bir üstteki evin verandası veya belki de halka açık bir sokağı oluşturmaktadır. Bu nedenle daha farklı bir mülkiyet sistemiyle karşı karşıyayız. İnşaat, ulaşım, kanalizasyon gibi konularda komşular arasında yakın iş birliği sağlanmış halde.
  Paskalyadan hemen önce boyanan beyaz yüzeyler iç mekandaki güneş yükünü azaltır. Günümüzde mağara duvarlarına bir ısı yalıtım katmanı eklenerek ısı emilimi daha da azaltılmış vaziyette. Buna rağmen ziyaretçilerin talebiyle konut sahipleri klima kullanımını günden güne arttırıyorlar.
  Kışın başlarında badanalanmış yüzeylerin yansıtma özelliği, biriken toz ve sonbahar yağmurları sayesinde azaltılır.
                                     
  Güneş enerjisi günümüzde yeterli seviyede karşılanıyor ancak her durumda yeterli gelmeyebilir. Yapılarda bulunan küçük pencereler sebebiyle iç mekanlar güneş ışınlarından mahrum kalıyor. Kazılan derin mağaralarda havalandırma ve gün ışığı sadece cepheleri vasıtasıyla sağlanabilir. Kapıların üzerinde bulunan tipik pencereli üst kısım, sıcak havanın dışarı çıkmasına ve gün ışığının mümkün olan maksimum derinliğe gelmesini sağlar.
  Günümüzde ‘pitoresk’ olarak nitelendirdiğimiz Kiklad mimarisi aslında mevcut doğal kaynaklardan faydalanması, yerel halkın konfor ihtiyaçlarını ve diğer ihtiyaçlarını, yerel düzenlemeye uyarlamış olması, bütün bunları minimalist mimari bir dilde birleştirmesi ve böylelikle doğaya zarar vermeden sürdürülebilirliğinin iyi bir örneğini sunması hem Santorini hem diğer Kiklad adalarının en önemli özellikleridir.
  
   

2 Aralık 2016 Cuma

MYKONOS

MYKONOS

     
  Mykonos Kiklad adaları içindeki en kozmopolit ve Kiklad mimarisinin en güzel örneklerini içinde barındıran adadır. Geleneksel düz çatılı evler, ahşap renkli kapı ve pencereler dünya çapında popüler olan geleneksel tarzın temel özelliklerini yansıtan eşsiz bir atmosfer yaratır.
  Bu evlerin aldığı karakteristik özellikler bölgenin doğal ve yerel koşullarına bağlı adaptasyon sonucudur. Mykonos da diğer adalar gibi kış ve dahi yaz aylarında Ege’nin haşin, güçlü rüzgarlarına maruz kalmaktadır. Bu şiddetli rüzgarların evlerin duvarlarını her yıl zarifçe oyduğu da söylenir.
  Geleneksel evlerin kenarlarına baktığımızda pahlı köşeler dikkat çeker. Pahlı köşeler hem iç de hem dış da devam ediyor. Böylelikle mekanlara boşluk ve özgürlük hissi hakim oldu. Bu geleneksel pahlanmış kenarlı ev tasarımının gelişmesi M.Ö 2000 yılına kadar uzanan Kiklad sanatına dayanmaktadır.
  Mykonos’un sokakları da diğer adaların sokakları gibi oldukça dardır. Bunun sebebi yine daha önce bahsedildiği gibi korsan saldırılarından korunabilmek için zamanında alının önlemlerden birisidir. Ayrıca güneş ışınlarını kesip sokaklarda yürürken gölge alanların ortaya çıkmasında da etkili olmuştur.
  Evlerin kuzeye bakan taraflarında pencere işlevi gören küçük açıklıklar vardır. Bunlar termal yükü ve nemi bertaraf etmektedir.
15207902_10154163592371608_1490557787_n.jpg
                                         12993494_10153607137491608_8400671037538184196_n (1).jpg

  Kiklad evlerinin genelinde taş kullanılmıştır. Taş evler dayanıklı, uzun ömürlü, sağlıklı, pis havayı filtreleyen yapılardır. Dahası doğal afetlere karşı da dayanıklılığı yüksektir. Ancak yapılarda taşın tercih edilmesindeki en önemli etken sıcaklıktır. Bu yapıların içleri yaz ayları boyunca soğuk ve serin olur. Duvar kalınlığı çok geniş tutulur. Beyaz duvarlar da ısı emilimini en aza indirir.
  Mykonos’un sokaklarında gezinirken göze yoğun bir bitki örtüsü çarpar. Evlerin dışına sarılmış bu bitkiler gölge yaparak serinlik sağlar. Aslında adaya genel olarak bakıldığında çok zengin bir bitki örtüsünden bahsedemeyiz. Akdeniz iklimi vardır ve ada kuraktır. Yerleşimin olmadığı yerler taşlık zeminden oluşur sadece birkaç bitkinin oluşturduğu küçük alanlar vardır.
  Evlerin dağılım biçimleri, yönleri de tesadüfi değildir. Rüzgarların yönüne ve evlerin rüzgara maruz kalma durumuna göre ayarlanmışlardır. İç avlular, girintiler, çıkıntılar, farklı yükseklikler, yarı açık mekanlar ve bunların değişik türleri, köşeler, yarı açık girişler, her biri önemli roller oynamaktadır.
  Mykanos mimarisinin karakteristik özelliklerini kübik şekilli evlerden oluşan yoğun düzeni ve tüm evlerin kenarlarındaki yumuşak asimetrik geçişler oluşturur. Adada daha sonradan şapel olarak değiştirilen bir çok yapı mevcuttur. Bunlar başta tarihi anıt şeklinde tasarlanmışlardır. Bu yapılar basit dizaynlara sahiptir. Kırmızı kemerli çatılarıyla ön plana çıkmaktadırlar.


MYKONOS KİLİSE VE ŞAPELLERİ

  
  Mykonos’da üç yüzden fazla şapel ve kilise bulunur. Bu kiliselerin her biri adadan çıkan yerel taş ve harç karışımıyla yapılmıştır. Beyaz yüzlerinin kusursuzluğunu kaybetmemesi için sık sık badana yapılır.
  Küçük kiliselerin çoğu elde edilen bir yemini yerine getirmek amacıyla yapılmıştır. Küçük kiliselerin boyutları, aşağı yukarı tek odalı bir ev kadardır. Bunların en küçükleri ‘Holy Cats’ olarak adlandırılan, evlerin çatılarına iliştirilmiş basit şapellerdir. Kiliselerin yanlarında bazı tarım kompleksleri bulunur. Bütün adaya yayılmış haldedir. Bunlar dikdörtgen şekilli, beşik tonozlarla örtülü müstakil yapılardır. Çatıları kırmızıya boyalıdır. Genellikle kilisenin uzun kenarlarında birer adet pencere bulunur. Giriş her daim kısa kenar sağlanır. Girişin olduğu cephelerde üçgen sahte alınlıklar olur. Bu sahte alınlıklar düz taraflıdır ancak kademeli ekler de kullanılır. Üçgenin en üzerinde sade bir haç ile kemerli çan kulesi bulunur.
  Kapılar ve pencereler mavinin koyu yoğun tonlarıyla, turkuaz veya yeşil renkle boyanır bu sayede parlak bembeyaz duvarlarla güçlü bir kontrast yakalanmış olur. Daha ihtişamlı ve büyük olanların çatılarında kırmızı, mavi ya da siyaha rastlanabilir. Bazılarında ayriyeten ufak bir yarım kubbe bulunur. Böylece kutsal alanı işaret eden bölgeler elde edilir.


        12986949_10153607137586608_1279463890885607898_n.jpg

  Kiliselerin kapı ve pencereleri ahşaptan yapılır. Kiliselerin kalın taş duvarları ve az sayıdaki pencereleri sayesinde iç mekanları serin ve gölgelidir. Kutsal alanın önünde zengin, varlıklı aileler için hazırlanmış dini resim ve heykellerin olduğu ikonostazlar ve ahşap bölmeler bulunur. Diğer kiliselerde bu simgeler duvarlara asılırlar. Demir şamdanlar çok yaygındır ve gaz lambaları kullanılır. Lambalar hiçbir zaman söndürülmezler. Bir Mykonos kilisesinde genel izlenim basitlik ve huzurdur.
  Mykonos’daki ilgi çekici birkaç kiliseden bahsedebiliriz. Paraportiani, genellikle bir kilise olarak adlandırılsa da, gerçekte beş küçük kilisenin birbirine bağlanmasıyla oluşmuş bir komplekstir. Parlak beyaz duvarları ve sade geometrik formuyla ünlü dini yapılardan birisidir. Beş küçük kilise iki farklı kademede düzenlenmiştir. Alt kademeden bunların dördü bulunur. T harfinin şekline benzer biçimde bir araya gelmişlerdir. Bunlardan üçü T’nin üzerindeki yatar çubuğu oluşturur. Bu kademedeki kiliseler dikdörtgen şeklindedirler. Hepsinin beşik tonozlu çatıları vardır. Tüm oda üzerinde bulunan geleneksek tek oda yapılarını andırmaktadır. Kiliselerden ikisinin cephesinde iki adet çan kulesi bulunur ve bir tane kalkan duvarı vardır. Üst taraftaki katta adını bütün kiliseye veren Panagia Paraportiani kilisesi yer alır. Bu da diğerleri gibi dairesel kubbesiyle basit bir yapıya sahiptir. Alt katta bulunan Agios Efstathios’un tam olarak üst tarafında konumlanmıştır. Yüksek kademede oluşu, yukarıda da tarif edildiği gibi,  müstakil evlerin çatılarına kurulan ‘Holy Cat’leri veya şapelleri anımsatır. Birleşik yapının doğu tarafında Panagia Paraportiani’ye ulaşmayı sağlayan merdivenler vardır. Beş kilisenin hepsi de ahşap kapıları hariç parlak beyaz renktedir. Genel bakışla görüleceği şekilde, Paraportiani kompleksinin güzelliği, son derece basit geometrik heykel kütlesinin aksine orada durmaktadır.

YEL DEĞİRMENLERİ


  Mykonos yel değirmenleri Mykonos adasının ikonik özelliğidir. Değirmenler adanın başlıca köyü olarak bilinen Chora’nın her noktasından rahatlıkla görülebilir. Alana bakan bir tepede durduklarından Alefkandra limanına girerken görülen ilk yer bu yel değirmenleridir. Çoğu yel değirmeninin yönü yılın büyük bölümünde rüzgarlarla beslenen Kuzey yönüne doğru dönüktür. Şu anda Mykonos’da toplam on altı adet yel değirmeni bulunur. Bunlardan yedi tanesi ünlü Chora tepesine konumlandırılmıştır. Çoğu Venedikliler tarafından 16. yy’da inşa edilmiştir ancak sadece 20. yy’ın başlarına kadar sürmüştür. Bu değirmenler buğday imal etmek için kullanılıyordu. Ada sakinleri için önemli bir gelir kaynağıydı.
  Değirmenlerin mimarileri birbirine çok benzer. Hepsinin yuvarlak şekilleri vardır. Beyaz renktedirler. Sivri çatı ve küçük pencereleri bulunur. Günümüzde bazıları müzeye çevrilmiştir.

IMG_9068.JPG